Sue Johnson
“Merrriam-Webster devrimi “Bir şeyin düşünülüş veya görselleştiriliş şeklinde temel bir değişim: paradigma değişimi.” Olarak tanımlar. Ve sosyal bilimler alanında yetişkin sevgisinde olan tam da budur. 20 sene önce sevgi üzerinde çalışılacak bir konu olarak bile görülmüyordu.
Bütün duygular da böyleydi. Fransız filozof René Descartes, hisleri aşağılık hayvani doğamızla ilişkilendiriyordu böylece bunların aşılması gereken şeyler olduğunu düşünüyordu. Bizi üstün hayvanlar yapan şey muhakeme yeteneğiydi.
Cogito ergo sum –“Düşünüyorum, o halde varım.” Ünlü sözüdür. Duygular rasyonel değildi ve böylece de şüpheliydiler. Ve sevgi en mantıksız ve şüpheli olandı, aşırı rasyonel bilim insanları için araştırma konusu olmaya uygun değildi.
Ernest Hilgard’ın Amerika’da Psikoloji adlı yoğun tarihi çalışmasını tarayın, 1993’te yayınlanmıştı; sevgi sözcüğünü bulamayacaksınız. Genç araştırmacılar rutin olarak konudan uzaklaştırıldılar.
Lisans eğitimim esnasındayken bana söylenenin; bilimin belirsiz, yumuşak tanımsızlarla -duygu, empati ve sevgi gibi- uğraşmadığı olduğunu hatırlıyorum.
Devrim kelimesi aynı zamanda başkaldırı anlamına da gelir. Sosyal bilimciler çoğu çalışmalarının gündelik hayatın kalitesiyle ilgili konulara değinmediğini fark etmeye başladılar.
Böylece sessiz bir hareket, isyan veya mermiler olmadan, kampüs laboratuarlarında ve akademik dergilerde başladı, basit davranışlar ve bunların nasıl değiştirileceği ile ilgili geleneksel bağlılığa meydan okundu.
Yeni sesler duyulmaya başlandı ve birdenbire 1990’larda, duygular araştırma konusu olarak ortaya çıktılar. Mutluluk, acı, öfke, korku ve sevgi farklı disiplinlerden akademik konferansların ajandalarında görünmeye başladı, antropolojiden tutun psikoloji ve sosyolojiye kadar.
Hislerin rastgele veya öylesine olmadığı aksine mantıklı ve “zeki” oldukları ortaya çıkmaya başladı. Aynı zamanda terapistler ve ruh sağlığı profesyonelleri referans çerçevelerini ilişki sorunlarıyla uğraşmayla uyumlu hale getirmeye başladılar, özellikle romantik ilişkilerle.
Yıllar boyu dikkatlerini bireye odaklamışlardı, herhangi bir sorunun kişinin kendi sorunlu psişesindeki köklere dayandırılabileceği inancıyla. Bunu çöz ve ilişki gelişsin. Fakat bu olmuyordu.
Bireyler neyi neden yaptıklarını anladıklarında ve değişmeye çalıştıklarında bile sevgi ilişkileri sıklıkla sorunlu olmaya devam etti. Terapisler anladı ki tek bir insana odaklanmak bütün resim değildi.
Sevgi ilişkisindeki insanlar, her ilişkideki gibi, ayrık ve bağımsız hareket eden insanlar değildirler; dinamik bir ikilinin parçasıdırlar ve her bir insanın eylemi ötekindeki reaksiyonları ateşler.
Anlaşılması ve değiştirilmesi gereken çiftti ve bireylerin nasıl birlikte “dans” ettikleriydi, basitçe tek tek bireyler olarak değil.
Araştırmacılar çiftleri video kaydına almaya başladılar, gündelik sorunları, para ve seks üzerine tartışmaları, çocuk yetiştirme üzerine kavgaları incelediler.
Sonra bu kayıtlara konsantre oldular, ilişkinin ne zaman bir savaş alanı veya enkaza döndüğüne dair kritik etkileşim anlarını bulmaya çalıştılar. Çiftlerin uyumlu göründüğü anlar için de gözlerini açık tuttular. Ve davranışsal örüntüler aradılar.”

“Sevgi Duyusu” için bir yorum